17 Eylül 2013 Salı

8.Gün:Bir Günde Üç Şehir-Floransa,Venedik,Milano

(08:23)

Bu sabah 07:00'de kalktım.Kalan eşyalarımı bavula tıkıştırdım,kahvaltımı yaptım ve istasyona gittim.Trene doğru yürürken gözlerim doldu.Floransa'yı çok sevdim ama o beni pek sevmedi sanırım,son gün biraz üzdü.Kaldığım dört gün gözlerimin önüne geldi.;Santa Maria Novella istasyonuna o kadar çok geldim ki sayısını hatırlamıyorum ve bu şimdilik(!) son gelişim.


Artık hangi peron nerede iyice öğrendiğim için treni gözüm kapalı buldum.Bilette 1. vagon yazıyordu.En baştaki vagon olduğu için platform yürü yürü bitmiyor.Ekonomik bilet aldık diye bu kadar da yürütülmez ki derken vagondan içeri girdim ve şok!Koltuklarda "first class" yazıyor.Akşam aceleyle"mini offer" seçeneğindeki bileti almıştım,hiç farketmemişim 1. sınıf olduğunu.Bugünü şanslı günüm ilan ettim dünkü geceden sonra böyle bir sürprize ihtiyacım varmış,bu çok iyi oldu.
First class nasıl oluyor hemen bir inceleme yaptım;koltukları biraz daha konforlu, yastık ve okuma lambası var,yiyecek içecek servisi yapılıyor bir de koltukların yanında priz var.Ahh!Priz deyince bilgisayarımın kaybolan şarj aleti geldi aklıma,hiç işime yaramadı boşuna taşımışım  :(

Floransa'dan otuzbeş dakika uzaklıktaki Bologna'da yerlerde kar var,üç gündür Floransa'da mont giymediğimi düşünürsek havanın bu kadar kısa mesafede değişmesi şaşırtıcı.Venedik'e 50 dakika kaldı umarım orada hava güzeldir.Bir egeli olarak güneşli havaya alışığım ve çok seviyorum :)



(16:55)
Trenden iner inmez doğruca valizimi emanete bırakmaya gittim.Valizden kurtulduktan sonra istasyonun çıkışında sol tarafta information vardı ,oradan bir harita aldım.Venedik'in pahalı olduğu attığım ilk adımdan belli oldu;harita her yerde 1 euro,burada 3!
Çarşaf gibi bir harita katlaya katlaya küçültemedim ve yine bir süre sonra haritadan sıkıldım hatıra olarak saklamak üzere çantama attım.Zaten her köşe başında  San Marco Meydanı'nı ve Rialto Köprüsü'nü gösteren oklar var.





İstasyondan ilk çıktığımda yağmur yağıyordu,biraz beklemek zorunda kaldım.Güneş hemen göründü de yine karalar bağlamadım.
Daracık sokaklardan,sayısız kanallardan ve minicik köprülerden geçtim.İşaretleri ve kalabalığı takip ederek önce Rialto Köprüsü'nü buldum.



Tam köprünün altında fotoğraf çekmeye çalışırken türkçe konuşan birilerini duydum.Bir yandan fotoğraf çekerken diğer yandan çaktırmadan yanlarına sokuldum.Benim şansıma o esnada konuşmadılar.Tam arkama dönüp gidecektim ki benden fotoğraf çekmemi istediler.
Çekip makineyi geri verince bir tanesi "gracias" dedi.Yanındakine dönüp ispanyolca mıydı söylediğim italyanca'ya çok benziyor karıştırıyorum rezil oldum deyince teşekkür etmen yeterli diyerek gülümsedim.Yaşadıkları şaşkınlık görülmeye değerdi.Hemen ayaküstü sorguya çekildim doğal olarak.Nereden geliyorsun,nereye gidiyorsun,nasıl geldin,nereleri gezdin vs. soru yağmurunun ardından kaçınılmaz son;inanmıyorum yalnız geziyor olamazsın,bravo doğrusu!
8.günüm ve hala bunda şaşılacak ne var anlamış değilim.
Ben de boş durmayıp sorguya sorguyla karşılık verdim.Her ikisi de make-up artistiymiş(aynen onların tabiriyle aktarıyorum),Slovenya'da eğitim görüyorlarmış,haftasonu için araba kiralayarak Venedik'e kaçmışlar.Onlarla gondol kiralamam konusunda ne kadar ısrar etseler de beni kandıramadılar.Hem vaktim hem de ona ayıracak 20 euro naktim yok.
Vedalaştıktan sonra yürümeye devam ettim.

San Marco Meyda'nına çıktım,meydanın görkemine ve ihtişamına kapıldım ,büyülendim,her yerin fotoğrafını çekmeye çalıştım ve çektiklerimin hiçbirini  beğenmedim.Kollarımı açıp tüm meydanı kucaklasam ,her bir noktayı tek bir kareye sığdırabilsem ve fotoğrafını çeksem öylece ne güzel olurdu.Neden teknoloji o kadar gelişmedi ki...Saçma komik hayallerimle deniz kıyısına çıktım.Kalabalığın arasına karıştım,hay allah yine başladı yağmur.Şemsiyeyle fotoğraf çekmek gayet zor,yine de başardım.Sahil boyunca yürüdüm.Bir ara deli gibi acıkan karnımı sabah çantama attığım çilekli yoğurdun içine çantanın bir köşesinden çıkan pirinç patlaklı cipsi karıştırarak hazırladığım mamayla birazcık yatıştırdım.İki saat boyunca yürümüşüm saat 13:00 civarında dönüş yoluna geçtim.Yürürken yol üstünde gördüğüm sıcak şaraptan içtim,hediyelik minik maskelerden aldım.Herzamanki yöntemim tabela ve kalabalık takip ederek geldiğimden farklı bir yoldan geri döndüm.Saat 15:00 olmamıştı ki ben istasyonun karşısına çıktım.Bu arada midem fenalarda zira sabah kahvaltısı ve sonrasında meyveli yoğurt derken öğle yemeğini atladım,acilen bir şeyler yemem lazımdı.Roma Meydanı'na kadar yürüdüm.Bu meydan Venedik'te kara bağlantısının olduğu son nokta ve otobüslerin son durağı.Neyse buraya kadar yiyecek bir şey bulamadım,bir yerde adam feci şekilde kazıklamaya kalktı yemedim tabi.O sırada aklıma peronlardaki matikler geldi.İstasyona koştum sandviç ve içecek aldım.İstasyonun önündeki kanala ayaklarımı uzattım,kış güneşi tepemde musmutlu yedim diyemeyeceğim resmen açlıktan yuttum.Midem doyunca aklım da çalışmaya başlamış olacak ki bir anda valiz emanetinin 5 saati 5 euro olduğu aklıma geldi.Koştum hemen valizimi aldım biraz geçmiş 0,70 euro fark aldı sadece.Tekrar dışarı çıktım,merdivenlere oturdum.Oldukça kalabalık bir yerdi.Merdivenler benim gibi valiziyle tren saatini bekleyen insanlarla doluydu.Orada otururken annemi özlediğimi farkettim.Telefon kulübelerini kurcaladım belki bozuk parayla çalışır ümidiyle.Malesef başarılı olamadım.Aramaktan vazgeçtim akşam otele gidince cepten arar konuşurum.

Nihayet trendeyim,17:05'te hareket etti.Milano'ya gidiyorum.Yine yeni bir şehir beni bekliyor.Orası da ayrı bir merak konusu.Tatlı bir telaş ve heyecan sardı beni...

(01:10)
Venedik'ten Milano'ya yol 3 saat 40 dakika sürdü.Acayip sıkıldım,yolculuk bitmek bilmedi bir türlü.Yerel tren olduğu için geçtiği her kasabada durakladı,o durdukça bana fenalıklar bastı.
Trene kalkış saatinden yarım saat önce binmeme rağmen tekli koltuk bulamadığım için orta yaşlardaki bir çiftin karşısına oturmak zorunda kaldım.Konuşmadan anlaşıp birbirimizi pek sevdik.O da nasıl olur yahu demeyin;valizimi rafa yerleştirirken yardım ettiler,lavaboya gittiğimde yerime birilerinin oturmasını engellediler,ben onlara çikolata kaplı kahve drajelerimden verdim onlar bana kurabiye ikram ettiler vs.Aramızda geçen tek konuşma teşekkür ederim ve rica ederim oldu.Çünkü benim bildiğim italyanca bu kadar onlar da ingilizce bilmiyordu.Bunun dışında gözler her şeyi anlatır sözlere gerek yok şeklinde gelişti.Birlikteliğimiz Verona'ya kadar sürdü.Sonrasında birkaç kişi ara duraklarda inip bindi ben hep sabit kaldım.

Tren Milano'ya girdiği anda kapının önüne çıktım.Sabırsızlıktan çatlayacağım...Tabi biraz erken çıkmışım bir süre ayakta beklemek zorunda kaldım.Kapı açılır açılmaz trenden kendimi dışarı attım.Platformun başında Levent beni bekliyordu o beni farketmeden ben onu hemen farkettim.Yıllar sonra liseden beri görüşmeyen iki eski arkadaşın Milano'da buluşması ikimize de ilginç geldi doğrusu.
Dün akşam oteli çok geç bulup hemen yattığım için adresini inceleyememiştim fakat Levent'e neresi olduğunu bildirmiştim.Artık bu saatten sonra tüm algılarımı kapattım ve dümeni tamamen Levent'e teslim ettim,o nereye ben oraya.Ne de olsa adam iki senedir burada yaşıyor.Centrale'ye yakın bir caddede olan oteli bulmak zor olmadı.Bildiğimiz bir apartmanın iki dairesini birleştirip otel yapmıslar.Zili çalıp kapı açılınca karşımıza çıkan bahçeden umutlanmıştım.Kapıdan içeri girer girmez bahçanin sağ tarafında yer alan apartman kapısından girdik.Asansörü görünce resmen gülme krizi geçirdik.Özellikle benim kriz biraz uzun sürdü.Asansörün dışında eski filmlerde gördüğüm tel kafeslerden var,kafesin içinde kırmızı bir kutu!İkimiz de kilolu olmamamıza rağmen içine sığmak için çesitli kombinasyonlar denedik.En basitinden şu sekilde özetleyebilirim;çantam sırtımdayken kapıdan içeri giremedim,sırt çantamı önüme alıp geri geri girdim!içeri girdiğimde ise asla kıpırdayamadım zira genişliği sadece omuz aralığım kadar.

Kamera şakası sandım ilk başta.İkinci kamera şakasını da otele girince yaşadım.İki daireden biri Arno Hotel ,diğeri Eva Hotel.Ortadaki holü de resepsiyon yapmışlar.Arno Hotel'de rezervasyon yaptırmıştım fakat tek kişilik oda kalmadığı için ilk gece Eva'da kalacakmışım.Ona da tamam dedik napalım saat 21:00 olmuş hayır desem ne olacak.Amanın odaya bir girdim resmen 60'lı yıllardan kalmış tüm dekorasyon.Öyle tarz falan değil,o yıllardan beri hiç değişmeden kullanılıyor gibi.Odayı görür görmez suratım düştü zaten Levent farkedip teselli etmeye çalıştı ama nafile o da farkında durumun.Eşyalarımı bıraktık yemek yemeye gittik.Centrale'de yiyecek bir şeyler aradık ama o saatte hepsi kapalıydı mecburen karşıdaki Mc Donalds'da yedik.Yemek boyunca hiç susmadım,konuşmayı özlemişim gerçekten bugün farkına vardım.Tanıştığım insanlarla birkaç cümle kurmak dışında uzun sohbetlerim olmadı.Tam 7 gün olmuş...
Levent'in kaldığı yer epey uzakmış anlattığına göre.Ulaşım 00:00'da bittiği için 23:30'da yarın sabah buluşmak üzere beni otele bıraktı.
Şimdi ilk başta yadırgadığım odama alışmaya çalışıyorum.yarın karşı dairedeki Arno Hotel'e geçeceğim.Tek kişilik odanın daha iyi olacağını dilemekten başka ne gelir elden?
Yazım bitti,uykum geldi,yorulduğumu iyice hissederek mayışıyorum.
İyi geceler...







4 yorum:

  1. Ne güzel anlatmışsınız, sekiz gün boyunca sizinle beraber, hatta zaman zaman kendim geziyor gibi hissettim...
    Ayağınıza, kaleminize sağlık...
    Devamını bekliyorum merakla :)

    YanıtlaSil
  2. Çok çok teşekkür ederim.Tembelliğimden dolayı utanıyorum ama en kısa zamanda tamamlayacağım :)

    YanıtlaSil